1920’li yıllarda filmler henüz sessiz çekilirken; Amerikalı film yapımcısı Jack L. Warner, üç erkek kardeşiyle birlikte 1923’te Warner Brothers (Warner Kardeşler) adında bir şirket kurdu. Kısa sürede başarı kazanan bu şirket, 1927 yılında ilk sesli sinema filmi olan “The Jazz Singer” ın 6 Ekim 1927’de gösterime girmesiyle ortalık karıştı. Çünkü; sinemada oluşan büyük bir devrimin ilk adımı oldu. Ses renkleri, aksanları, dil bilgileri, ezber yetenekleri yeterli olmayan pek çok ünlü yıldız, sinema dünyasından kayıp giderken; yerlerini yeni yıldızlara bıraktılar. Böylece, dramatik yapı ağırlık kazanmaya başladı. Perdedeki oyuncu; konuşuyor, aksırıyor, ağlıyor, gülüyordu. İzleyici ise; sanatçının oyununu izlerken, bir taraftan da sesini duyabiliyordu. O güne dek böyle bir olaya ilk kez tanık olan sinema izleyicisi, bu yeniliği hemen benimsedi. Günümüze doğru gelişen ve gelişmeye devam eden bu teknik, bazılarına göre sinema tarihinin başlangıcı kabul edilebilecek kadar önemlidir. Ara yazıların yerini söze bırakması, dil engelini de gündeme getirdi. Bu engeli ortadan kaldırmak için de filmlerin çeşitli dillere çevirisi yapıldı. Böylelikle; yalnızca filmin çekildiği ülkenin değil, başka ülkelerdeki izleyicilerin de anlayarak izlemeleri sağlandı. Bunun da iki yolu vardı; İlk olarak; filmdeki oyuncular kendi dillerinde konuşurken, sözlerini altyazı olarak vermekti. Bir diğer yol ise; filmdeki oyuncuların konuşmalarını yeniden ve başka bir dilde seslendirmekti. Ama altyazının tadı ayrıydı; çünkü izleyici hem oyuncuların orijinal konuşmalarını duyabiliyor, hem de ne demek istediklerini okuyup anlayabiliyordu. Fakat; bunu yaparken, okuma yazma bilmeyenler, gözleri perdedeki ya da ekrandaki o küçücük yazıları okuyamayacak kadar kusurlu olanlar ihmal edilmiş, film izleme zevkinden yoksun bırakılmış oluyorlardı. Bu haksızlığın önüne geçilmesi gerekiyordu. Bunun dışında izleyicinin, kendi dilinde konuşan bir oyuncuyu benimseme olasılığı da daha fazlaydı. Bütün bu unsurlar bir araya gelince, seslendirmenin önemi daha da ortaya çıktı; izleyicinin seslendirilmiş filme olan talebi arttı. Altyazılı filmler, “orijinal” adı altında meraklısına sunulurken, seslendirilmiş filmler ağırlık kazandı. Her talep kendi sektörünü oluşturacağı için; seslendirme konusunda da başlangıçta atılan küçük adımlar, zamanla bu konuda Dünya Şampiyonu olmamızı sağlayan bir süreci başlattı. Birkaç yıl öncesine kadar, bu konunun uzmanı olan yabancıların da kabul ettiği gibi; Türkiye, zirvedeki yerini korumakta; zaman zaman da İsveç’le çekişmekteydi. Son yıllarda, ticari kaygılardan dolayı ucuza çıkarılmak istenilen seslendirme niteliği, önemli ölçüde düşürüldü.
Toplumumuzda, sadece tiyatro bölümü mezunlarının yapabileceği bir meslek olarak düşünülse de, Sungun BABACAN, Ahmet Şahin AKSOY
gibi bir çok değerli seslendirme sanatçısının aslında tiyatro bölümü mezunu olmadıklarını söyleyebiliriz. Seslendirme yapmak için; öncelikle diksiyonun çok iyi olması gerekmektedir. Aynı durum sesin niteliği açısından ise; çok önemli değildir. Nasıl gündelik yaşamımızda her türlü sesle karşılaşıyorsak, sinema filmlerinde de her türlü sese gereksinim vardır. Dolayısıyla öncelikle diksiyon eğitimi alınmalı, ardından uygulama becerisini kazanabilmek için seslendirme kursuna gidilmelidir. Bu meslek, uygulama mesleği olduğu için; mutlaka seslendirme stüdyosu olan bir kurs tercih edilmelidir. Eğitim sonrasında, başlangıç için büyük roller yerine küçük rollerle başlanılması durumu; umutları asla yok etmemelidir. Unutulmamalıdır ki; birçok seslendirme sanatçısı, bu mesleğe başladıklarında haftalarca basit birkaç sözcüğü seslendirdiklerini söylemektedir.
Reklam Yerleştirme :
Özellikle Türkiye’ de Ses Sanatçısı ya da başka bir deyişle Seslendirmen – Konuşmacı olmanın artık kolay bir yolu var. VoiceBros, ses sanatçısı olmak isteyen herkes için fırsat sunan önemli bir platform. Evinizde kuracağınız çok basit sistemlerle kayıtlarınızı alabilir, sadece bir bilgisayar aracılığı ile seslendirmen olma yolundaki tüm kapıları aralayabilirsiniz.